14 Ekim 2010 Perşembe

İki Dil Bir Bavul



İki Dil Bir Bavul

            Başta Altın Portakal olmak üzere yerli ve yabancı bir çok festivalde ödül alan, tartışmalarının halen sürdüğü bir film olan "İki Dil Bir Bavul" filminden bahsederek ile ilk yazıma başlamak istiyorum. Özellikle Türkiye'de, bunun yanında Orta Doğu'da ve Balkanlarda yankı uyandıran film, konusu itibariyle de oldukça gündemde olan bir konuyu işliyor. Dolayısıyla bu coğrafyada yaşayan insanların konuştuğu konulardan birisi haline geldi.

Orhan Eskiköy ve Özgür Doğan’ın yönettiği İki Dil Bir Bavul filmi, öğretmeliğe yeni başlayan ve tayini Şanlıurfa’nın ücra bir köyüne çıkan genç öğretmen Emre Aydın’ın, öğrencilerine eğitim verme çabasını ve dil farklılığı nedeniyle bu süreçte yaşadığı sıkıntıları anlatıyor.  Günümüzde geçen filmde, Egeli ve daha önce doğuya hiç gelmemiş bir genç olan Emre Aydın’ın 1 eğitim yılı içerisinde sınıfta öğrencileriyle yaşadığı sıkıntıların yanı sıra, doğunun yokluklarıyla da mücadelesi filmin temel konusu oluşturuyor. Filmi önemli kılan özelliklerinin başında,  dil farklılıkları nedeniyle başta eğitim alanında geri kalan insanların toplumun bütününe entegre olmakta yaşadığı zorluklara sosyolojik bir bakış sağlıyor olması gelmekte.

Emre Aydın, Türkiye’nin doğusuna hiç gitmemiş, Egeli bir öğretmendir. Tayini Şanlıurfa’nın ücra bir köyüne çıkar. Buraya gelirken çeşitli sıkıntılar yaşamayı ve yokluklarla karşılaşmayı beklediği için kendisini bu duruma hazırlamıştır. Ancak geldiği köyde beklediğinden çok daha kötü bir ortamla karşılaşır. Suyun bile olmadığı köyde kışın kötü havalarda günlerce elektrik kesilmektedir. Egeli ve hayata yeni atılan bir genç için bu durum ortama alışmayı daha da güç hale getirir. Filmde de bu zorlukların yarattığı duygu ve düşünceler annesiyle yaptığı telefon konuşmaları sayesinde karakterin kendi ağzından aktarılır.

Emre, görevinin ilk günü büyük bir özenle hazırlanıp okulu açar, sınıfı düzenler ve öğrencileri beklemeye başlar. Fakat hiçbir öğrenci gelmeyince, etrafta dolanan bir çocuğun da yardımıyla çocukları kendisi aramaya gider. Bu çabasının sonunda ancak ertesi gün öğrenciler okula gelirler. Köydeki okulda sadece tek derslik olduğundan 1’den 5. sınıfa kadar olan bütün öğrenciler bu derslikte birlikte eğitim görmek zorundadırlar. Fakat filmde ağırlıklı olarak Emre öğretmenin 1. sınıf öğrencileri ile olan iletişimini görmekteyiz.

2. gün öğrenciler geldiğinde, okula yeni başlayan öğrencilerin kaydı sırasında Emre Öğretmen öğrencilerin bir kısmının hiç Türkçe bilmediğini fark eder. Öğrencilerini tanıdıktan ve kendisini tanıttıktan sonra sınıf kurallarını oluşturmaya başlar. İlk olarak koyduğu kural da “Sınıfta Türkçe konuşmanızı istemiyorum olur.” Bunun nedenini de en az 8 sene daha öğrenim göreceklerini ve bu öğrenimin Türkçe olması olarak açıklar.

Filmin geri kalanında Emre öğretmenin sınıf içinde öğrencileriyle yaşadığı diyalogları ve kışın gelmesiyle artan yaşam zorluklarıyla mücadele edişini görürüz. Öğrencilerle olan sorunların temelinde dil farklılığının yol açtığı iletişim kopukluğu yatar.  Tüm bu zorlukların karşısında zaman zaman kahramanın sabrını yitirmeye başladığına da şahit oluruz. Filmde okul dışındaki yaşam da kısa kesitlerle aktarılmakta böylelikle film yokluklar içindeki eğitim sürecinin yanı sıra yokluklar içindeki günlük yaşama da ayna tutmakta. Filmin sonunda klasik bir karne gününün ardından, Emre öğretmen bir sonraki eğitim sezonuna kadar geldiği yere, Denizli’ye geri döner.

Sonuç olarak, batının rahat koşullarında yetişmiş ve doğuya hiç gelmemiş genç bir öğretmenin, bir eğitim sezonu içerisinde yaşadığı olayları ve öğrencileriyle olan ilişkisini anlatan film, tıpkı başkarakteri gibi doğunun yaşam koşullarından bihaber olan şehirli ve bireyselleşmiş genç kitleye Türkiye’nin farklı bir boyutunu sunmada yardımcı oluyor.
Bu açıdan kurmaca dram türündeki filmin belgesel niteliği taşıdığını da söylemek mümkün.
Bu özelliğini pekiştiren bir diğer nokta ise filmde yazılı repliklerin olmaması. Film tamamen doğal olarak karakterlerin kurduğu iletişim yansıtılmış. Filmin yönetmenlerinden Orhan Eskiköy’ün sözleriyle “Filmin özelliği hayatın kendisinin takip edilmesi. Akan bir hayat var ve biz onu takip ettik, onu çekmeye çalıştık. O yüzden her şey doğal, her şey gerçek”.

            Filmin doğallığının bir kanıtı da filmde yaşanan durumlara çok benzer durumların daha önce yaşanmış olması. Yılmaz Güneş, yaklaşık 35 yıl önce Erzurum’un Ulucanlar Köyü’nde okula başladığında ‘İki Dil Bir Bavul’ filminin öğrencilerinden biri gibiydi. Sınıftaki öğrenciler Türkçe bilmiyor öğretmen ise Kürtçe bilmiyordu. Öğrenciler tek kelimesini bile anlamadıkları dilde duydukları dersi anlamlandıramıyorlardı. Emre Aydın’ın filmdeki bir repliğinde dediği gibi öğretmen boşa konuşuyordu. En sonunda çözüm olarak Türkçe bilen bir öğrenci imdada yetişti. Öğretmen önce dersi bu öğrenciye anlatıyor o da dersi diğerlerine tercüme ediyordu. Şimdi Diyarbakır’da 17 yıllık beden eğitimi öğretmeni olan Yılmaz Güneş, ilkokulu bitirdiğinde halen Türkçe bilmediğini ifade ediyor ve Umay Aktaş Salman’la yaptığı röportajına şöyle devam ediyor: ‘Hayata geriden başladım’.
Yılmaz öğretmen, kendi deyişiyle metrelerce geriden başladığı koşuda hep yenik hissetti. Lisede arkadaşları gezerken Yılmaz Güneş günde 7–8 saat ders çalışarak aradaki farkı kapatmayı başardı. Ancak buna rağmen röportajında “Gelişimimiz sosyal, psikolojik olarak etkilendi” diyerek yaşadığı sıkıntıları vurguluyor. Ayrıca halen Türkçe bilmeyen birçok öğrencisinin olduğunu ifade ediyor.
           
            Filmin anlatılış biçimi açısından politik imge ve söylemlerden uzak olduğu kolaylıkla söylenebilir. Emre Aydın kahramanı özünde doğudan habersiz batılı gençleri temsil eden, bunun dışında durumla ilgili ideolojik bir duruşu olmayan bir karakteri ortaya koyuyor. Verdiği bir röportajda Orhan Eskiköy bu durumu şöyle ifade etmiş: “2007 Ağustos ayında Siverek’e gittik gerçek bir karakter arıyorduk. Ama senaryoda yazdığımız gibi apolitik diyebileceğimiz, aslında yüz binlerce Türk gencinin temsili olabilecek Kürtlerden habersiz, sorunlardan habersiz, hasbel kader öğretmen olmuş birisini arıyorduk. Ve tabi ki başka bir tarafta kamera önünde kendini kasmayacak bir adam arıyorduk. Siverek’te tesadüfen çok mutsuz bir adam olarak o karşımıza çıktı.”  Yönetmen burada mutsuz bir adam olarak ifade ediyor Emre Aydın’ı. Aslında Emre Aydın karakteri, ismini onu oynayan oyuncu Emre Aydın’dan alıyor. Kendisi filmdeki durumu gerçekte de yaşayan bir öğretmen. Kendi başına gelenlerin başkasının başına gelmemesi için kabul ediyor böyle bir rolü. Ve tabii ki bu andan itibaren tek yapması gereken kendisi olmak, çünkü anlatılan şey yaşadıkları ve yaşayacakları.
Yönetmen durumu şöyle ifade ediyor: “Oraya gelmiş olmaktan dolayı çok pişman, mutsuz bir adamdı. Teklif ettik, kabul etti. Onun başına gelenlerin başkalarının başına gelmemesi için. Benim başıma geldi ama başkası bunları görsün ve kendini buna hazırlasın.” Bu açıdan filme , bazı eleştirmenlerin dediği gibi, "kurmaca tadı veren belgesel" demek mümkün. Sahnelerin tekrarlanmaması veya yönetmenlerin şunu şöyle yapın gibi komutlar vermesi de bu özelliğini pekiştiriyor. Diğer taraftan da Aktüel dergisinden İrfan Aktan, "bavul"un, sürekli göçebelikle, sürgünle geçen hayatlar için çok nadide bir metafor olduğunu ve İki Dil Bir Bavul' un o göçebeliği ilk defa muktedir olana yaşattığını yazarak İki Dil Bir Bavul’a film özelliği katan sinematografik noktalardan da birisine değiniyor.

            Film, yerli ve yabancı bazı festivallerde oldukça ilgi gördü ve bunların arasında Altın Koza ve Altın Portakal gibi festivaller de var. Üstelik ilgi görmenin yanı sıra da birçok ödül de alan filmi oldukça garip bir olayın da başaktörü oldu. Çünkü aldığı ödüler arasında Bayındırlık ve İskân Bakanlığı tarafından düzenlenen 1. İlk Yönetmen Uluslararası Film Festivali'nde aldığı “En İyi Müzik” ödülü de var. Zira filmde hiç müzik kullanılmamış. Yönetmenleri de oldukça şaşırdıkları bu durum karşısında merakla bir bilgi alabilmek için bakanlıkla iletişim kurmaya çalışsalar da iletişim kuracak kimseyi bulamıyorlar. Daha sonra yapılan açıklamada, "jüri üyelerimizce herhangi bir filme layık görülmeyen "En iyi Müzik Ödülü" kategorisinin “boş” bırakılması gerekirken sehven İki Dil Bir Bavul adlı Filmin ödüle layık görüldüğü şeklinde yazıldığı anlaşılmıştır" dendi ve oluşan bu hata üzerine sekretaryamız tarafından İki Dil Bir Bavul Filmi'nin yönetmeni Özgür Doğan’la iletişime geçildi ve yapılan yanlışlıktan dolayı özür dilenerek yanlışlık sonucu isimlerine yazılan plaketin iadesi istendi” şeklinde bir düzeltme geliyor.
           
            Sonuç olarak biçim tartışmaları, eleştiriler, aynı dönemde yapılmış benzer konuları işleyen filmlerle karşılaştırmalar ışığında başarısıyla oldukça yankı uyandıran İki Dil Bir Bavul filmi konusu ve yapısı itibariyle Türk sinemasında kendine ayrılan yerde uzun zaman hatırlanacağa benziyor.
           
                                                                                                                    
                          
Ümit TERZİ                   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder