6 Ocak 2011 Perşembe

Wikileaks Yeni Nesil Gazeteciliğin Öncüsü mü?

            Wikileaks’in tartışma konusuna neden olduğu bir diğer alan da gazetecilik. Wikileaks medya gündeminde zirveye oturduğu sıralarda, Wikileaks’in klasik gazetecilik anlayışını kökten değiştirdiğine yönelik görüşler ortalığa sürüldü. Bu görüşe katılmayan diğer bir kesim ise Wikileaks’in gazetecilik bile olmadığını savunmaya devam etmekte. Bu kesim gazetecilik faaliyetinde haberin süzgeçten geçirilip tekrar yorumlanmasını bir gereklilik olarak görüp, asıl haberciliğin haberi okuyucuya hazırlamak olduğunu ileri sürmekteler. Bu iki görüşün detaylarına inmeden önce gazeteciliğin temeline ve gerektirdiklerine bakmamız gerekiyor.

            Genel bağlamda gazetecilik terimi: olayları, meseleleri ve trendleri soruşturma ve geniş insan kitlelerine bildirme eylemini ifade eder. Gazetecilik üzerine ilk tartışmalar modern gazeteciliğin şekil almaya başladığı 1920’lere dayanır. Yazar Walter Lippman ve Amerikan Filozofu John Dewey arasındaki tartışma, gazeteciliğin rolü üzerinde yoğunlaşır. Onların değişik felsefeleri halen gazeteciliğin toplum ve ulus devlet üzerindeki rolü üzerine süren tartışmaları karakterize etmeye devam ediyor.
           
            Lippmann’a göre gazetecinin rolü bir aracı veya halk ve karar alan elitler arasında çevirmen olarak davranmaktır. Gazeteci aracı olur. Elitler konuştuğunda gazeteci dinler ve bilgiyi kaydeder, sonra onu damıtır özünü çıkartır ve halkın tüketimine sunar. Onun bu görüşünün arkasında yatan fikir, halkın modern toplumlarda gelişen ve daha karmaşık bir hal alan bilgi sağanağında, gelen haberi parçalara ayırıp özümseme pozisyonunda olmamasıydı. Bu nedenle kitleler için haberi filtreleyecek bir aracı şarttır. Lippman’a göre: “ Halk karışık politik meseleleri anlayacak kadar akıllı değildir. Bu yüzden halk, elitlerin verdiği kararları yalın ve basit bir hale getirmek için yorum yapacak birisine ihtiyacı vardır”. Bu gazetecinin rolüydü. Lippman her zaman halkın verecekleri oylarla elitlerin karar alım süreçlerini etkileyebileceklerine inandı. Bu sırada, elit (örneğin politikacılar, karar yapıcıları, bürokratlar, bilim insanları vb) gücü yönetme işini sürdürmeliydi. Lippman’ın dünyasında, gazetecinin rolü halkı elitlerin ne yaptığı konusunda bilgilendirmekti. Aynı zamanda, yönetilenler oylarıyla son sözü söylerken gazeteci, elitler üzerinde bekçi köpeği gibi bir etkiye sahip olması gerekmekteydi.  Bu durum etkili olarak halkı güç zincirinin dibinde tutmakta, elitler arasında kuşaktan kuşağa geçen bilgi akışını yakalamalarını sağlamaktaydı.
           
            Diğer taraftan, Dewey’e göre, halk sadece elitler tarafında yaratılan meseleleri anlama kapasitesine sahip değil, aynı zamanda kararların halk forumlarında tartışıldıktan sonra verilmesini sağlama kapasitesine de sahipti. Meseleler baştan aşağı dikkatlice incelendiği zaman, en iyi fikir yüzeye çıkacaktı. Dewey her zaman gazetecinin basitçe enformasyonu aktarmaktan daha fazlası yapması gerektiğine inandı. Gazeteci çıkarılan politikaların sonuçlarını da tartmalıydı. Zaman geçtikçe, onun fikirleri çeşitli derecelerde yerine getirildi ve daha sıkça “toplum gazeteciliği (Community Journalism)” olarak bilinen hale geldi.
Tarihten günümüze kadar gelen bu iki görüşten, Lippman’ın görüşüne göre Wikileaks herhangi bir yorum yapma, bilgiyi filtreleme, yeniden üretme gibi bir çaba içerinde olmadığından gazetecilik sıfatını taşımaya layık olamıyor. Fakat Dewey halkın ham bilgiyi yorumlayıp, yeniden üretebilme kapasitesi olduğunu düşündüğü için gazetecinin haberi halkın anlayacağı bir formata dönüştürmesine gerek kalmıyor. Bu noktada gazetecinin görevi bilgiyi kaynağından alıp halka ulaştırıp ulaştırmama kararını vermek ve bu kararı verirken de sonuçları da göz önünde bulundurarak bilgi aktarımını sağlamak. Dolayısıyla bu perspektiften Wikileaks’in faaliyetlerini tanımlamak için gazetecilik terimi kullanılabilinir.
           
            Günümüzde sosyal yaşamın değişmesine bağlı olarak gelişen, mevcut verinin nasıl etkili kullanılacağı, anlaşılacağı, iletileceği ve bu veriye bağlı hikâyelerin nasıl üretileceği bilgisi gazeteciliğe yeni bir hayat vermede çok büyük bir fırsat olabilir.
Bu sosyal gelişim “data-driven journalism” adı verilen gazeteciliğe yeni bir yaklaşımı da beraberinde getirdi. Türkçeye veri gazeteciliği olarak yansıyan bu yeni gazetecilik türü temelinde bilgiye özgürce ve şeffaf şekilde ulaşabilme talebini bulunduruyor. İnternet bir bakıma açık kaynak olarak fonksiyon görüyor. Gazetecilik eğitimine de ihtiyaç duymadığı için yurttaş gazeteciliğiyle de örtüşüyor. Yani herkes gazeteci olabiliyor. Bianet.org yazarlarından Nihat Halıcı’ ya göre “Wikileaks internet gazeteciliği yapmıyor, ama misyon ve teknik imkânları itibariyle gazeteciliği değiştiren bir platform konumunda. Tür olarak "data driven Journalism" adı verilen bir sınıfa giriyor. Sıradan internet kullanıcısı Wikileaks'e girdiğinde belki okuyacak bir şey bulamaz. Ama Wikileaks'in Irak'taki kayıp tutanakları bir gazeteci tarafından incelenip haberleştirildiğinde, grafiklerle, hareketli görüntülerle zenginleştirildiğinde ortaya bambaşka bir malzeme çıkar.”
Dolayısıyla Wikileaks direkt olarak anlaşılabilir haber sağlamasa da, klasik gazetecilik için önemli materyal sağlıyor. Fakat bir internet sitesine saf materyal koymanın gazetecilik parametrelerine uymadığını öne süren akademisyenler, Wikileaks’in yine de gazetecilik yaptığını düşünmüyorlar. Çünkü veri gazeteciliği terimi ile ortaya atılanın klasik gazetecilik fonksiyonlarını tam yerine getiremeyeceğini söylüyorlar. Bu görüşü savunanlardan birisi de Columbia Üniversitesi Gazetecilik Fakültesi'nin Dekanı Profesör Nicolas Lemann. Wikileaks’in gazetecilik yapıp yapmadığına yönelik bir soru üzerine, Lemann şu cevabı veriyor: “Pulitzer'le ilgili görevimi bir kenara bırakarak, sadece size Gazetecilik Fakültesi Dekanı olarak yanıt verirsem, ben Wikileaks'in profesyonel anlamda gazetecilik yaptığını düşünmüyorum. WikiLeaks, web sitesinde gazetecilere ve medya kurumlarına saf materyal sağlıyor ama bunun elden geçip halka ulaşması için bir gazetecilik çabası içinde değiller. İnternet sitesine saf materyal koymak profesyonel bir gazetecilik aktivitesi olarak düşünülemez. Burada ne olduğuna bakarsak, onlarca kaynak tek bir tuşa basarak, ABD hükümetinin gizli dokümanlarını Assange'a gönderiyor. Assange'da da bir başka düğmeye basıp, tüm ham dokümanları 'elde edilebilir' hale getiriyorlar. Onları hiçbir şekilde yorumlayıp, analiz edip haberleştirmeden sadece dokümanları halka sunmak bence gazetecilik değildir. Bu sadece sürecin bir parçası. Saf doküman sağlamakla, bu saf dokümanlardan haber veya analiz üretmek arasında büyük bir fark vardır. WikiLeaks gazetecilik yapmıyor ama mesela NY Times'ın ne yaptığına bakarsanız, ekipleriyle oturup okuyup, sınıflandırıp, haberleştiriyorlar. Onların yaptıklarıdır gazetecilik. Yani burada WikiLeaks sadece birinci el kaynakları sağlıyor gazetecilere. Bu nedenle ben gazetecilik yaptıklarını söyleyemiyorum.”

            Her ne kadar Wikileaks’in gazetecilikle bir ilgisi olmadığını düşünen akademisyenler olsa da, bunların aksine Wikileaks’i medya için önemli bir yapı taşı olarak gören akademisyenler de yok değil. Örneğin Prof. Dr. Yasemin İnceoğlu Wikileaks’i “yeni bir medya düzeninin başlangıcı” olarak görüyor. Ona göre Wikileaks küresel medya anlayışında çok önemli değişikliklere neden olacak. Bunun en önemli sebepleri de devletsiz ve ulussuz bir medya olması bunun yanında da anti hiyerarşik-anti otoriter olması. Kendisi bu görüşlerini şöyle dile getiriyor : “Wikileaks’i yeni bir medya düzeninin başlangıcı, miladı olarak ilan edebiliriz. Çünkü geleneksel medya dediğimiz medya, ne yazık ki görevini icra etmiyor. Birilerinin çıkıp geleneksel medyaya, senin görevin şu, sen bu kadar zamandır bunu niye yapmıyorsun, bak işte biz yaptık, bu iş böyle yapılır, demesi, onun önüne geçmesi gerekiyordu. Bu anlamda Wikileaks bir tür öncü ve geleneksel medyada yurttaş gazeteciliği için de başlangıçtır. Bir kere Wikileaks’in anti hiyerarşik, anti otoriter bir yapısı var, kar amacı taşımıyor. Assange’ın da dediği bu: “Şeffaf bir toplum yaratmak istiyoruz, bizden saklanan bilgileri yayınlayacağız” diyor. Dolayısıyla bu belgelerin yayınlanmasını, günümüzün yeni bir tür araştırmacı gazetecilik örneği olarak da tanımlamak mümkün.”

            Bu bilgilerden çıkarımla, Wikileaks’in gazetecilik bağlamında alıştığımız anlamda bir gazetecilik faaliyeti sergilediğini söyleyemesek de, kendisinden sonra gelecek olan emsalleri için yurttaş gazeteciliğinin kapılarını aralamış bir mecra olduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca ulussuz ve devletsiz küresel kümülatif bir mecra olmasının ona kazandırdığı uluslar üstü konum, onu ulus devletlerin medyayı kontrol etme çabalarının dışında güvenli bir yere koyuyor. Zaten her türlü çabaya rağmen farklı ülke alan adlarına sahip bir çok adresi ile yayına devam etmesi, Wikileaks’in devlet otoritesi ve kurulu otoriter düzene karşı ne kadar dayanıklı olduğunu gözler önüne seriyor. Bu nedenle de hep hayal edilen tüm güçlerden bağımsız ve tüm baskılara dayanıklı medya modelinin bir prototipi niteliğinde.

                                                                                                                                   
                                                                                                                              Ümit TERZİ
(NOT:Current Issues in Media Dersi için yazılan bir yazının bir bölümünden alınmıştır.)

17 Aralık 2010 Cuma

"V" Serbest

            Assage'ın serbest kalacağından emin olduğunu düşündüğümü daha önceki yazımda da belirtmiştim. Assage serbest kaldı ancak bu suçlamaların düştüğü manasına da gelmiyor. Serbest yargılanacak Assage aynı zamanda her gün polise imza vermek zorunda ve serbest kalabilmek için de 370 bin dolar kefalet ödemesi gerekti. Gerçi kefaletini de Assage'ın destekçileri ödedi fakat sonuç olarak Assage'ın daha kolay ve hafif şartlarla serbest kalmayı beklediğini söylemek pek de yanlış olmaz. Ayrıca Assage'ın bir sonraki duruşmaya kadar elektronik bileklik takacak olması aslında ne kadar özgür kaldığı konusunu da tartışılabilir hale getirdi. Mahkeme de savcıların Assage'ın kaçabileceği endişesi taşımasının kelepçe taşımasına önemli bir neden olduğu tartışmasız bir gerçek. Diğer taraftan Assage İsveç'teki tüm suçlamalardan beraat etse bile ABD'ye transferi de söz konusu. Zaten şu an Amerikalı yetkililer de Assage'ı suçlayabilecek bir yasa yapma çabasındalar. Böyle bir yasa çıkarsa Assage Amerika Birleşik Devletleri'ne karşı da suç işlemiş ve işlemekte olacak.
       
          

           Tüm bu tartışmaların yanı sıra bence dikkat etmemiz gereken noktalardan birisi de Assage'ın insanların özellikle destekçilerinin gözünde nasıl göründüğü. Assage'ın duruşması öncesinde, mahkeme salonunun önünde yüzlerce Assage taraftarı toplanmıştı. Ve dikkatimi çeken noktalardan birisi de bu kişilerin bir çoğunun V for Vendetta filmindeki karakterin taktığı V maskelerini takmaları. Toplum düzenine karşı gelen ve devletin yozlaşmış otoritesine karşı bir direniş gösteren bir film karakterinin Assage ile özleştirilmesi de Wikileaks'in artık bir kitle hareketine dönüştüğü duygusunu uyandırıyor. Kaldı ki Wikileaks sitesinin kendisi de böyle bir imajı üstlenme çabasında. Bunun bir göstergesi de Wikileaks'in kendi hazırlayıp dağıttığı wallpaperlarda kullandığı bir slogan. Slogan tam olarak şöyle: "Büyük kardeş izliyor, biz de." Bu slogan ile de George Orwell'in ünlü distopya romanına, "1984"e gönderme yapılıyor. George Orwell'in kurguladığı dünyada, devletin insanların tüm eylemlerini izleyip kontrol ederek onları baskıladığı, hiçbir özgürlüğün bulunmadığı bir dünya tasvir ediliyorken Wikileaks aslında bu durumun iki yönlü olduğunu, internetin sınır tanımayan gücü sayesinde artık küçük kardeşin de büyük kardeşi izleyebileceğini vurguluyor.
       
           Sonuç olarak baktığımızda da Wikileaks hareketi internetin toplum düzünini değiştirmekle kalmadığı bunun yanında devletlerin bile ilişkilerini etkileyebilecek bir boyut taşıdığını gösteriyor. Şimdi büyük kardeş, küçük kardeşin elindeki belgelerin içinden çok büyük skandalların çıkmaması için dua etmekten başka bir şey yapamıyor.

7 Aralık 2010 Salı

Assange Kendinden Oldukça Emin

           Tüm dünya basını özellikle son haftalarda Wikileaks'e daha fazla önem gösterir oldu. Site, Ağustos ayından beri ciddi derecede önemli belgeler paylaşsa da popülaritesi bir çok ülkeyi ilgilendiren ve çoğunluğunu büyükelçilerin raporlarının oluşturduğu belgeleri paylaşmasıyla oldukça arttı. En çok belge çıkan 2. ülkenin Türkiye olmasından dolayı, Wikileaks'e Türk basını daha fazla ilgi duydu. Bunun ön güzel örneği 30 Kasım Salı 2010 tarihli Radikal'dir diye düşünüyorum. 48 sayfa gazetenin ilk 19 sayfası tamamen Wikileaks'le ilgili haberlere ayrılmış. Ayrıca hakkında en çok belge çıkan ülke olmasına rağmen Amerikan başkonsolosları ve elçilerinin yazdığı belgelerin sadece çok az bir kısmı yayınlanmış durumda. Bu kadarı bile Türk medyasının ilgisi çekmeye fazlasıyla yetti.

           Bugün yaşanan diğer bir gelişme ise olayların daha farklı bir boyuta gelmesine neden olabilecek bir öneme sahip. Aylardır  başta Wikileaks'in kurucusu Julian Assange'e yönelik olmak üzere bir çok resmi ve gayriresmi kesimden Wikileaks'e baskı hatta tehtihler geliyordu. Kaldı ki Assange hakkında Ağustos ayında işlediği öne sürülen bazı suçlar için dava açılıp, uluslararası arası boyutta tutuklama emri bile çıkartıldı. Assage ise bunun CIA'in yönlendirdiği bir karalama kampanyası olduğunu iddia etti. Ve mahkemede ifade vermek için kendi isteğiyle İngiltere'de karakola gittiğinde tutuklandı. Olayı tüm dünya için önemli yapan şey ise Assange'ın gelen tehditler karşısında kendisini güvenceye almak için bütün yayınlanmayan belgelerin de içerisinde olduğu şifreli bir klasörü internette paylaşarak; eğer tutuklanması, öldürülmesi veya Wikileaks'in herhangi bir yolla internette yayın yapmasının önüne geçilmesi halinde bu klasörün şifresinin bir kişi tarafından paylaşılacağını önceden söylemesiydi. Şimdi Assange tutuklandı ve İsveç'e sevk edilmeyi bekliyor. Fakat ne Wikileaks sözcüsü ne de Assange kaygılı görünüyor. Hatta şu an şifreyi paylaşma gibi bir planları da yok. Büyük ihtimal yargı sürecinin sonucunda çıkacak kararı bekliyorlar. Ayrıca Wikileaks sözcüleri Assange'in yokluğunun siteyi etkilemeyeceğini, çalışmalarına devam edeceklerini söylüyor. Assange ceza almayacağını düşünüyor olmalı ki kendisi gidip ifade vermek için başvursun. Bu nedenle sanırım bütün belgelerin yayınlanması için bir süre daha bekleyeceğiz gibi görünüyor.



2 Aralık 2010 Perşembe

Mono Gölü'nden Alışılmadık Bir Yaşam Formu

            Yaklaşık bir saaat önce NASA Mono Gölü'nün derinliklerinde arsenikle hayatta kalabilen bir bakteri keşfettiklerini açıkladı. Bu keşfin Amerikan Havacılık ve Uzay Dairesi'ni neden ilgilendirdiğini merak edebilirsiniz. Aslında bu yeni bilgi hayatın oluşumuna dair bilinen eski bilgilerde değişiklik yapacak nitelikte. Bugüne dek altı başlıca element yaşamın gelişimi için temel unsurlar kabul ediliyordu. Bunlar, karbon, hidrojen, azot, oksijen, fosfor ve kükürt. Daha önce bu ortamlarda yaşayan canlılara dünyada rastlanmıştı. Özünde bu yeni bulunmuş bakteri türü de fosforda yaşan bir tür fakat bunu diğerlerinden farklı kılan şey dünyadaki canlıların tümü için son derece ölümcül olan arsenik içerisinde de yaşamını sürdürüp üreyebilmesi. Eğer arsenik gibi son derece ölümcül olan bir ortamda bile hayatta kalabilen canlı türü varsa, bu diğer gezenlerdeki zor koşullarda da bazı canlıların hayatta kalabileceği ve çoğalabileceği anlamına geliyor. Dolayısıyla bilim adamları, bunun dünya ve dünya dışı yaşam araştırmalarına bambaşka bir bakış getireceği görüşünde.

            Dünya bulunan en tehlikeli maddelerden birisi olan arsenik, canlıların DNA yapılarını bozduğu için yaşamlarını sürdürememelerine yol açar. Fakat California Eyaleti'ndeki Mono Gölünde bulunan bu bakteri arseniği DNA ve hücre yapısına katarak gelişim gösteriyor. Sonuç olarak bu yeni bakteri türü yaşam için gerekli koşulların yeniden tanımlanması gerektiği konusunda önemli bir sebep sunuyor.

25 Kasım 2010 Perşembe

Dünyanın Gözü Sarı Deniz'de

            1953'de sıcak savaş bitmiş olsa da, Sarı Deniz'de asla barış sağlanamadı. Hatta şu an teknik olarak 2 ülke halen savaşta. Dün tüm dünya basınında Kuzey Kore'nin Güney Kore'ye yönelik topçu saldırı yer alırken sanki 1950'deki savaş tekrar başlıyormuş gibi bir hava yaratılarak haber verildi. Sonrasında tüm dünyadan kınama mesajları gelirken, borsalar da dünyanın doğusundaki gelişmelerden etkilendi. Aslında bu tarz Kuzey Kore saldırıları hatta karşılıklı çatışmalar 1953'den beri ara ara görülüyor ve nedense hiç birisinde Güney Kore'den bir karşı yanıt gelmiyor veya sembolik yanıtlar veriyor. Dünkü olaydan sonra da Güney Kore Devlet Başkanı saldırılar devam ederse karşı saldırı için emir "veririm"  demiyor "verebilirim" diyor. Dün olan biteni değerlendirmeden önce birazcık daha geriye gidip 1953'den beri neler oluyor bölgede ona bakmalıyız bence. Çünkü bu saldırı bir savaşa neden olur mu sorusuna buradan bir cevap bulabiliriz.
            Savaşın ardından 1968 de K.Kore Seul'de devlet başkanını öldürmek için 32 komandoyla girişimde bulunuyor falan başarısız oluyorlar. 1983'te kuzeyli casuslar Birmanya ziyareti sırasında 4 Güney Koreli bakanı öldürüyorlar. Aslında oldukça ciddi bu olaydan sonra yine kınamalar tepkiler gelse de olay unutulup gidiyor. Sonra 1987'de patlatılan Güney Kore uçağında 115 kişi ölüyor ama yine aynı şeyler, tartışmalar yaşanıp olay unutuluyor. 96'da Kuzey, Güneye komando çıkartması yapıyor ama başarılı olamıyor. 1999da bir deniz çatışmasında Kuzey Kore gemisi batıyor ve 20 denizci ölüyor. 2002'de daha şiddetli bir deniz savaşı yaşanıyor; bir Güney Kore gemisi batarken taraflardan toplamda 18 kişi ölüyor. 2009'da kuzeyin donanma gemileri Sarı Deniz'e ateş açıyorlar. 2010'da güneyin dev Cheonan adlı gemisi bir torpidoyla batırılıyor ve 46 Güney Kore denizcisi ölüyor. 2010'da Ekim ayının son günlerinde karşılıklı bir kara çatışması daha yaşanıyor. Kısacası yaşanan şey çok da garip birşey değil hatta 2 ülke arasında olağanlaşmış. Her olaydan sonra 2 tarafta suçu birbirine atıyor, ilk karşıdan ateş açıldığını söylüyor.
           Asıl olarak dikkat edilmesi gereken şey saldırının sonrasında gelişenler. Özetle Kuzey Kore'nin Yeonpyeong adasını top atışına tutup 4 kişinin ölümüne ve 20den fazla kişinin yaralanmasına sebep olması olarak anlatabileceğimiz olay sonrasında dünyada yarattığı etkiye değinmek istiyorum.

       
            İlk olarak Güney Kore Savunma Bakanı Kim Tae-young istifa etti. Aslında bu istifanın sinyallerini Cheonan'ın batırılışının ardından vermeye başlamıştı. Kim bu olayda ve Cheonan olayında karşı yanıt vermede geç kalınmasına yol açmakla suçlanmıştı. Kim'in istifası bir bakıma bir suçlu bulma ihtiyacını karşılamış oldu. Kim saldırıya ciddi yanıt verilmemesini tam savaş halinin kıvılcımlanmasını önlemek için olduğunu söylemişti.
           İkinci olarak ABD Sarı Deniz'de pazar günü başlayacak ortak tatbikat için 70 uçak taşıyan the USS George Washington uçak gemisini bölgeye gönderme kararı aldı. Bu karardan önce Güney Kore yönetimi ABD'nin geri çektiği stratejik nükleer silahları Güney Kore'ye geri yerleştirmesine izin vereceğini açıklamıştı. Ancak ABD'den bu yönde planları olmadığına dair açıklama geldi. Ancak müttefiki Güney Kore'yi desteklemeye devam edeceklerini açıkladı.
         Burada çatışan 2 tarafın arasında kalmış 3. bir ülke daha var, o da Çin. Çin bir yandan Kuzey Kore ile ekonomik ilişkilerini geliştirirken, bir yandan da güneye yönelik askeri saldırılar yüzünden bölgede sayıları artan Amerikan askerlerinin varlığından rahatsız oluyor. Zaten Amerika'nın Japonya ve Güney Kore'deki askeri üstlerinde binlerce askeri varken, bu tarz gerilimlerin ardından bu birliklere uçak gemileri ve denizaltılar da katılıyor. Ayrıca burada çıkacak bir savaşta 2 tarafta bütçesinin çoğunu savaşa ayıracak ve bölge ticareti olumsuz etkilenecek. Eskiden olsa Çin Kuzey Kore'ye silah satacağından belki böyle bir savaş işine gelebilirdi, ancak şimdiki durumda böyle bir destek çok büyük tepkilere neden olacağı için Çin'i zor durumda bırakır. Ayrıca Güney Kore'de silahlarının çoğunu Amerika'dan alacağı için bu ülkeye de silah satması mümkün değil.Arada kalan Çin'in uzlaşma çağrısından başka yapacak pek bir şeyi yok gibi görünüyor. Bu nedenle olaydan sonra kaçamak yanıtlarla Kuzey Kore'yi suçlamaktan çekindi.
           Kuzey Kore, Güney Kore'nin Amerika ile yapacağı tatbikatlarla provakasyon yapması halinde 2. hatta 3. saldırılarda bulunacağını açık bir şekilde dile getirdi. Bazıları Amerika'nın Güney Kore'yi bu kadar destekleyerek Kuzey Kore'yi rahatsız edip agresif davranmaya zorlamasını, ileride Kuzey Kore'ye yönelik bir askeri müdahale için  ortam yaratmak için olduğunu söylüyor. Böylelikle terör ve tehdit odağı olarak gördüğü Kuzey Kore'yi elimine etmiş olacak. Hatta bir çok stratejist beklenilenin aksine Amerika'nın bir sonraki askeri müdahalesinin İran'a değil Kuzey Kore'ye olacağı görüşünde.
           Sonuç olarak bölgedeki gerilim aslında Amerika'nın işine gelse de en büyük rakiplerinden birisi olan Çin'in ise çıkarlarını zedeliyor.Şimdi ilk başta sorduğumuz "buradaki bir gerilim savaşa neden olur mu?" soruna "ABD istediği zaman savaşa neden olur" cevabını verebiliriz.

26 Ekim 2010 Salı

Küresel İklim Değişikliğine Bu Yönden De Bakılmalı / 2: Cinsiyet

             Bir önceki yazımda küresel iklim değişikliğinin ekstrem olaylarda artışa neden olduğunu belirtmiştim. Bu halihazırda az nemli olan bölgelerin giderek kuraklaşacağı, nemli ve yağışlı bölgelerin ise sellerle boğuşacağı anlamına gelmekte. Dolayısıyla bu değişen iklim koşullarının bazı bölgelerde yaşamı zorlaştıracağı, işsizliğe, kıtlığa, hatta toplu göçlere neden olabileceğini düşünmek hiç de mantık dışı değil. Bu yazımda bu değişen koşulların aslında cinsiyetler üzerinde farklı etkiler yarattığını, zorlukların cinsiyetler arasında eşit paylaşılmadığından bahsedeceğim.
             Şimdiye kadar, aslında en büyük risk altında olmalarına rağmen, kadınlar iklim değişikliği tartışmalarının dışında bırakıldı. Burada bahsettiğim tartışanların cinsiyetleri değil, tartışılan meseleye cinsiyetlerin dahil edilmemesi. Şu ana kadar yapılan küresel çaplı tartışmalarda tartışılan konu genelde sorumlunun kim olduğu ve bu sorunun ekonomik boyutları. Ayrıca bu konular devletler bazında tartışılıyor olsa da bir uzlaşmaya varılması çok zor gibi görünüyor. Henüz küresel iklim değişikliğinin dahi önüne geçmek için genel bir plan oluşturulamamışken, bu müzakerelerin iklim değişikliğinin kadına ve aileye etkilerine değinmemiş olmasına şaşırmamak lazım.
            "Ekstrem olaylar ve çevresel bozunma kadının sorunu haline gelmekte çünkü bütün toplumun geçimini ve işleyişini sağlamada kadının sorumluğu daha büyük." diyor Kuzeydoğu Hindistan temelli Core (Centre for Organisation, Research and Education) programının direktörü Anna Pinto. Eğer o seneki pirinç verimi düşükse; erkekler göç edip, iş bulup, evlerine para göndermek zorundalar. Bu sırada kadın ise geri kalan bakıma muhtaç çocukların ve belki yaşlıların günlük ihtiyaçlarını karşılayarak hayatta kalmasını sağlamak zorunda. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki Moon, kadının iklim değişikliği tartışmalarında daha büyük bir rol alması gerektiğini sık sık vurguluyor ve kadının özel perspektifinin çoğu kez iklim değişikliği üzerine yapılan küresel tartışmalarda gözden kaçırıldığını ekliyor.
             Christina Chan'e (Care International'in kıdemli analisti) göre adaptasyon aşamasında, tepeden tırnağa kapsamlı ve iyi dizayn edilmiş yaklaşımlar iklim değişikliğine karşı savunmasızlığı azaltma da önemli rol oynayabilir, fakat yine de bu yaklaşımlar kadının ihtiyaçları ve kadın hakkındaki önemli meselelere hitap etmede yetersiz kalabilir. Birleşmiş Milletler Tarım ve Gıda Örgütünün verilerine göre Afrikada kadın çiftçiler kıtanın gıda ihtiyacının %80'ini karşılıyorlar. Buradan da anlaşılacağı gibi kadınlar daha çok gündelik ve toprağa bağımlı işlerde çalışıyor. Dolayısıyla pazar tabanlı adaptasyon şemaları özellikle Afrika'da yetersiz kalıyor. Ayrıca aynı sebepten kadınlar destek servislerinden, teknolojiden, ve karar alım süreçlerinden uzak kalıyorlar.
            Bu temel sorunu çözmede aktivistler tarafından sunulan temel önerilerden bir tanesi teknoloji. Eğer 3. dünya ülkelerini besleyen kadınların üretimlerinin teknoloji yardımıyla yapılması sağlanırsa, kadınların üzerindeki yükün 2-3 kat azalacağı birçok organizasyon tarafından ileri sürülüyor. Gender CC'den Ulrike Roehr erkeklerin daha geniş boyutlarda teknolojik çözümler arama eğiliminde olduklarını, fakat ihtiyaç duyulan şeyin enerji tasarruflu pişirme fırınları gibi küçük çaplı teknolojik çözümler olduğunu belirtiyor.
Kaynaklar temel bir önem kazanınca, kadınlar karar yapım aşamalarında daha az bir sese sahip oluyorlar ve bu süreçlere erişimleri de çoğu zaman engelleniyor. Sorunların çözümüne yönelik plan yapan kişiler bir kez kırsal alanda yaşayan kadınların ihtiyaçlarını öncelik sırasına koysalar, sürdürülebilir orman yönetimi ve alternatif enerji kaynakları gibi konuları içeren bir çözüm üretecekler.
            Kısacası iklim değişikliği nedeniyle çoğu bölgede kadınların sırtına binen yükler, teknolojinin kullanımı ve kadınların da karar süreçlerinde daha çok yer almasıyla azalacaktır. Fakat herhangi bir önlem alınmazsa değişen iklimin neden olacağı uç noktalardaki iklim olayları toprağa bağlı olan halklarda kadını daha çok etkileyerek iklim değişikliğinin yarattığı krizleri daha büyük boyutlara taşıyacaktır.




Bilgi alınan kaynaklar:
  • The Integrated Regional Information Networks (IRIN)-http://www.irinnews.org/
  • CARE International-http://www.careinternational.org.uk
  • GenderCC-http://www.gendercc.net/
  • The Food and Agriculture Organization of the United Nations-http://www.fao.org/

Küresel İklim Değişikliğine Bu Yönden De Bakılmalı / 1: İklim Değişikliği ve Küresel Isınma

          Bugünlerde dünyanın konuştuğu terimlerden ikisi "küresel iklim değişikliği" ve "küresel ısınma". Gerek medyada olsun gerek insanlar arasında olsun, bu iki terim genellikle birbirinin yerine geçecek şekilde kullanılıyor.Bu konu hakkında çıkan haberlerde, küresel ısınma tezi karşıtları veya küresel ısınma tezini destekleyenler olarak 2 temel grup görmek mümkün. Bir grup özellikle gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin endüstriyel faliyetleri ve günlük yaşamsal aktivitelerinde yaydıkları karbondioksitin sonucu olarak dünya atmosferinin giderek ısındığını öne sürerken, diğer taraf bunun tam tersi kanıtlar olduğunu veya bunun normal bir süreç olduğunu ileri sürüyorlar. En azından insanların kafasında oluşmuş temel yargı bu şekilde. Bu yazımda bu iki terimin aslında farklı şeyleri ifade ettiğini Exploring the Cosmos dersinde saygıdeğer hocam M.Levent Kurnaz'dan öğrendiğim şekliyle ve eski notlarıma dayanarak açıklamaya çalışacağım ve konunun farklı bir boyutuna da bu yazının devamı olacak başka bir yazımda değineceğim.
           Bazı bilim insanları küresel olarak dünyanın ısındığını anlattığı zaman insanların aklına şu gibi sorular takılıyor "Peki o halde neden bu sene son 5 senenin en soğuk kışını yaşıyoruz?" veya "Madem dünya gittikçe ısınıyor, geçen kış tüm Avrupa'yı ve Amerika'yı etkisi altına alan ve uzun yıllardır görülmemiş dondurucu soğuklar neden yaşandı?" Öncelikle küresel ısınma terimi temelde dünyanın güneşten aldığı ve dünyadan yansıyan enerji farkının yıllara bağlı olarak artmasını ifade eden bir terimdir. Yani dünyaya ne kadar enerji giriyor ve ne kadar enerji çıkıyor, işte bu değerlerin farkının küresel ortalamasını anlatıyor. Dünyanın güneşten aldığı enerji ile dünyadan yansıyan enerjinin farklı metrekarede 0.7 watt yani güneşten gelen enerji metrekarede 0.7 watt daha fazla. Ve bazı gazlar nedeniyle bu fazla enerji atmosferde daha fazla hapsediliyor ve biriktiriliyor. 
Ayrıca küresel ısınma ölçümleri belirli bir anda yapılan ölçümler ile elde edilmiyor, aksine çok uzun yılların istatistiklerini yansıtıyor. Ve dünyanın binlerce yıllık geçmiş sıcaklık istatistiği hesaba katıldığında ısı artışının doğal olarak artması gerekenden kat kat fazla hızlı artığı görülüyor. Dolayısıyla bu noktada küresel ısınma yoktur gibi bir şey mümkün değil. Yani dünyanın tümüne baktığımızda bir küresel ısınma var ama bu belirli bir noktada ısınma olması anlamına gelmiyor.
            Diğer taraftan iklim değişikliği terimini kullanırken daha dikkatli olmak gerekiyor. Çünkü iklim değişikliği her iki anlamı da içeriyor : bazı yerler ısına da bilir, soğuya da bilir. Çünkü iklim denilen kavram belirli bir coğrafyanın uzun yıllar süregelmiş hava durumu karakteristiğini ifade eder. Örneğin a bölgesinde kışları çok soğuk olur ve 3 ay kadar kış sürer ayrıca yazları da çok kurak olur ve 3 ay kadar yaz sürer dediğimizde o bölgenin ikliminden bahsediyoruzdur. Küresel ısınmanın sonucu olarak bazı yerler varki ısınacak bazı yerler varki soğuyacak. Dolayısıyla ısıya bağlı olarak bazı yerlerin yağış miktarı normalin üzerine çıkarak sellere neden olacak, diğer bölgelerde ise yağış miktarı azalarak kuraklığa neden olacak. Ama küresel iklim değişikliği dediğimiz konunun içerisinde temelinde ekstrem olayların frekansının artası bulunuyor. Örneğin yağması 1 hafta sürüyorsa, yağmaması 1 ay sürecek ve yağdığında ise 20 kg yağıyorsa 200 kg yağacak.
Kısacası iklim değişikliği denildiğinde akla gelmesi gereken bir bölgede normal olarak yaşanan kuraklığı aşırı şekilde yaşanması veya normalde düşen yağışın kısa sürede çok miktarda düşerek sellere neden olması gelmelidir. Bu nedenlerde bazı bölgelerin aşırı soğuk olması da bu çevçevede anlaşılabilir bir durum.
Bu konuda Levent Hocamın bir radyo programındaki sözlerine direkt yer vermenin faydalı olacağını düşünüyorum: " Küresel iklim değişikliği konunun neresinde, küresel ısınma neresinde. Bazı yerler ısınıyor bazı yerle ise soğuyor, bunun ortalamasına küresel ısınma diyoruz. Ve insanlar birazcık yanlış algılıyorlar diye ben elimden geldiğince küresel ısınma lafını kullanmamaya çalışıyorum. Çünkü küresel ısınma, evet ortalaması ama, bu bilimsel bir kavram. Fakat küresel iklim değişikliği dediğimiz zaman, iklim değişikliği soğuya da bilir ısına da bilir her iki anlamı da içeriyor. Bazı yerler varki ısınacak bazı yerler varki soğuyacak. Ama daha önemli olan küresel iklim değişikliği içerisinde ekstrem olayları barındırması."
           Sonuç olarak küresel iklim değişikliği ve küresel ısınma farklı kavramlar. İki kavramı birbirinin yerine kullanmak yanlışlıklara neden olacak ve bu yanlışlık insanların bu küresel soruna kuşkuyla yaklaşmalarına neden olacaktır. Zaten bu sorunun etkilerinin arttıran neden insanların yıllarca konuya kuşkuyla bakıp gerekli önlemleri almamasıdır. Bir sonraki yazımda küresel iklim değişikliğinin farklı bir boyutuna, kadınlar üzerindeki etkisine değineceğim. Küresel iklim değişikliğinin gözardı edilmiş bir noktası kadınların, özellikle 3. dünya ülkelerindeki kadınların karşı karşıya olduğu tehlikeleri anlatacağım.Umarım iki kavram arasındaki önemli farklı anlatabilmişimdir.